Bir yazı yazmak geldi içimden.
Sanki yıllar öncesinden,
Bir his,
Bir duygu,
Bir harf,
Bir şey işte,
Dürttü beni.
Hatırla dedi, kendini!
Yeter unuttuğun..
Hem sen kim oluyorsun da unutuyorsun kendini?
Ama öyle değil işte!
Hani hep derim ya,
“Öyle bir unutursun ki bazen,
unuttuğunun kim olduğunu bile hatırlayamazsın” diye.
Tam olarak öyle işte!
Kendine tırmanmanın bir şeklidir belki bu da.
Kendine gelmenin ya da.
Kendine ise yolculuğun,
yolun fıtratında vardır bu.
Yolun tavrı budur.
Yoksa yolda yoktur zaten,
Gidilecek bir yerde.
Durursun öyle.
Önce nasılsan, şimdi de öyle.
“Ben,” ile başlayan bütün cümleleri yemen lazım önce.
Çıtır, çıtır.
Kendini yemekten bahsediyorum, aynen.
Sen, diye bir şey kalmayana kadar,
Ama öyle, bir günde, üç günde, beş günde yiyemezsin kendini.
Aylarca, yıllarca sürer hatta.
Ne kadar çoksan o kadar zaman alır.
Bitene kadar, düşünsene!
Ne apolet kalır,
Ne isim,
Ne cisim,
Ne ev,
Ne bark,
Ne tutunduğun bir şey,
biri,
bir duygu,
bir aşk,
bir savaş.
Var da var kısaca;
seni sen yapan zanlarca…
Uzatmaya gerek yok konuyu.
Yiyorsun işte kendini!
Bitirene kadar.
Yeniden başlamak falan da yalan!
A noktasından B noktasına gitmeler, falan..
Yalan.
Başlamayan ve bitmeyen döngüsel bir zaman algısında,
An’da ne oluyorsa o.
Hep o an.
Yani şu an.
Bu kadar özgür olabilmek için yiyorsun işte kendini!
An’da hep evrilebilmek için.
Ne önceki, ne sonraki..
“Kimsin,” diye sorsa mesela sana şu an biri,
Ne diyebilirsin ki?
O kadar yemişsin kendini..
Bir de senin için yazdım tabii!
Seni de hatırlamak için.
Sen bilirsin kendini.
Belki ihtiyacımız var birbirimize.
Belki dünya bunca ağırlığınca dönerken başımızda,
Birlikte hafiflemeye.
Belki bazen birlikte gülmeye,
Ağlayacaksak da,
Birlikte ağlamaya.
Buradayım ben.
Her zaman ki sadeliğimle.
Bir de yemişliğimle kendimi,
Bitirmişliğimle.
Cok etkileyici bakis acisi